Ensar, gölün kenarında durup suyun dingin yüzeyine baktı. Gün batımı, ufku kızıl ve turuncunun en hüzünlü tonlarıyla boyamıştı. Rüzgâr hafifçe esiyor, dalları usulca sallıyordu. Elindeki küçük kolyeyi avcunun içinde sıktı; bu, Elif’in ona bıraktığı tek hatıra idi.
Bir yıl önce, tam da burada, Elif’le birlikte oturmuş, hayaller kurmuşlardı. “Bu göl bizim sırdaşımız olsun,” demişti Elif gülerek. “Ne zaman üzülsek buraya gelip gökyüzüne anlatalım.” Ama şimdi Elif yoktu. O, ailesinin baskısıyla başka bir şehre gitmiş, mecburen bir başkasıyla nişanlanmıştı. Ensar ise burada, onların anılarıyla baş başa kalmıştı.
Gözleri doldu, yutkunmaya çalıştı ama acı iliklerine kadar işlemişti. Kolyeyi gölün sularına bıraktı. Zincir, suyun içinde birkaç saniye asılı kaldı, sonra yavaşça derinliklere gömüldü. O an Ensar anladı: Elif gitmişti ama sevgisi, tıpkı gölde kaybolan o kolye gibi, sonsuza dek yüreğinde kalacaktı.