Nahide pencerenin önünde oturmuş, dışarıdaki yağmuru izliyordu. Camın ardında ince ince süzülen damlalar, yüreğinden süzülen özlemle yarışıyordu sanki. İçinde taşıdığı sevgi, yıllardır bir isim, bir yüz, bir dokunuş bekliyordu. Ama hayat ona hep beklemeyi öğretmişti, kavuşmayı değil.

Gençliğinde büyük hayaller kurmuştu nahide Sevmenin ve sevilmenin, iki elin birbirine kenetlenmesi kadar doğal olduğunu sanmıştı. Ama kader, ellerini hep boş bırakmıştı. Sevdiği adam gitmiş, geriye sadece onun adını fısıldayan rüzgar kalmıştı. O günden sonra kalbini kimseye açmamış, sevginin sıcaklığını yalnızca anılarında saklamıştı.

Zaman akıp gidiyordu. Sokaktan geçen çiftlere bakarken içinde bir sızı hissediyordu. El ele tutuşanlar, birbirine sarılanlar, gözleriyle konuşanlar… Hepsi ona uzak, ona yasak gibiydi. Bir insana duyulan özlemin, bir kalbin içinde nasıl kök saldığını biliyordu. Geceleri yastığına sarılıp uyurken, aslında sevginin boşluğuna sarıldığını da…

Bir gün, parkta otururken yaşlı bir çift gördü. Adam, kadının elini sımsıkı tutmuş, gözlerinin içine bakıyordu. Kadın ise yılların yorgunluğuna rağmen gülümsemekten vazgeçmemişti. İşte o an, nahidenin içindeki hasret bambaşka bir boyuta geçti. O da sevilmeyi hak etmiyor muydu? O da bir gün böyle sevilebilir miydi?

Ama hayat ona hep beklemeyi öğretmişti, kavuşmayı değil…

O akşam, nahide penceresini açtı ve derin bir nefes aldı. Yağmur durmuş, hava mis gibi toprak kokuyordu. İçinde filizlenen umuda şaşırdı. Belki de hâlâ geç değildi… Belki de sevgi, bir yerlerde onu bekliyordu.